Website Banner | sedanarinc.com

Psikanaliz / DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu)


25

Ara 2023

Psikanalitik Psikoterapi

Psikanaliz / DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu)

Yakın zamanlarda bir cümle ilişti kulağıma ve bu sebeple şuan yazdığım metni yazma isteğinde buldum kendimi. Cümle şöyleydi: “Dikkatim çok dağılıyordu şu ara, doktora gittim ve ritalin yazdırdım. Artık dikkatimi daha iyi toparlıyorum. Bir çalışma yapmam gerektiğinde sadece ona odaklanabiliyorum. İlacı içtim ve düzeldi.” Burada içtiği ilacın sıkıntısını çözdüğünü duyuruyordu aslında ama mesele bunun da ötesinde duyuldu benim için. “İçtim ve düzeldi” cümlesi bir anlamda sihirli bir değnek metaforunu canlandırıyor. Pratiğin içerisinde de karşılaştığım “Benim neyim olduğunu söyleyin.”, “Bana öyle bir şey söyleyin ki ben artık toplu taşımalara rahatça binebileyim.” gibi cümleler de bu değneği anımsatıyor. Buradan şöyle bir soru peyda oluyor: Niçin bir tanıya, bir söze ihtiyaç duyuyor insanlar? DEHB’de bu tanılardan birisi. DEHB olduğunu bilen, tanı almış insanlar genellikle alamadığı sorumluluklar için aldığı tanıyı öne sürer. “Seni dinleyemedim çünkü benim dikkat dağınıklığım var, birisi geçince hemen dikkatim dağılıyor.” cümlesini bir çoğumuz duymuş veya söylemiş olabiliriz. Ancak bu tanıyı almadan önce bir hikayesi vardır, elbette sonrasında da. Dikkati dağılıyordur, sınavda başarısızdır, yerinde duramıyordur vs. Bu hayatın bir çok döneminde bir çok insanın karşılaşabileceği bir durum hatta bir sıkıntı. Ancak özne sıkıntısını dile getirmek için yöneldiği, ancak elinin altındaki ilacı “Sen busun” diyerek yönelten uzmanlarla karşılaşabiliyor bu noktada. O “bilen kişi” olarak oradadır. “Sen busun” diyorsa “o” o’dur. Amerikan Psikiyatri Derneği (APA) 1950’li yıllarda DSM olarak bahsettiğimiz bir el kitabı çıkarttı, psikiyatristler buna yöneldiler ve zamanla tüm dünyaya yayıldı. Bir çok versiyonu vardı bu kitabın ancak üçüncü versiyondan sonra bu kitap davranışları gruplayarak bir “bozukluk” olarak tanımladı. Bu kitapta her psikolojik durum bir tanıya indirgenerek hastalıklar var edilir. Bir tanıya indirgenen psikolojik durum da DEHB’dir. Psikiyatri bilimi bu oluşan yeni diye söylenen acılara yeni çözümler üretti veya “yeni olarak söylenen acılar” üretildi ki özneler yeni ilaçlarla çözüm bulabilsinler. Bu halde, nörobilim kapitalizme hizmet ederek yeni ilaçlar oluşturmuşlardır. Burada aslında bir endüstri hilesi vardır, ancak özne bu noktayı kendisine çevirir. Tam da bundan yararlanır ilaç firmaları. Özne ona kim olduğunu, ne olduğunu söyleyecek bir Öteki arar. Bu ıstırabını dindirecek bir sözcükle karşılaşmayı umut eder. Evet, bir sözcükle karşılaşır “Sen DEHB’sin” denir özneye. İlaçları yazılır ve eczaneye yönlendirilir. Uzman kişi hem biliyordur ıstırabının nedenini, hem de bu ıstırabı dindirecek bir hap vardır elinde. Daha ne olsun! Ancak bu durumda işler özne için hiç de sandığı gibi ilerlemeyebilir. Evet ilacını aldığında sakinliyordur, dikkatini daha iyi toparlayıp cümle kurabiliyordur, çalışabiliyordur. DEHB tanısı altında, “bir/i” olmuştur artık. E peki öznenin ıstırabı, acısı ortadan kalkmış mıdır? Hakikaten dikkati dağınık diye mi iletişim kurmakta zorluk yaşıyordur? Bu sebeple mi bir diğerinin cümlesini tamamlamasını beklemeden kendisi ortaya bir cümle atıyordur, alakalı veya alakasız? Veya bu yüzden mi yerinde duramıyordur? Hap içerse bir ötekini artık duymaya mı başlamıştır? Özne “ben buyum” dediği yerde kendine dair olan, öznel olan ötesini örter. Zaten meselesi o olduğundan başka ne olabilir ki? Tanı bu noktada öznenin ötesine dair ıstırabının üstünü bir örtüyle örter. Örter diyorum, çünkü ötesi diye bahsettiğim psikanalizde bilinçdışı öznesi olarak karşıladığımız yer öyle bir tanı ile kapanabilecek bir yer değildir. Rüyalarda, sürçmelerde, aksaklıklarda, ilişkilerde peyda olur ansızın. Peki ya tanıların örttüğü örtünün altında ne vardır? Bir ıstırap, bir acı. Psikiyatri tarafından bakacak olursak, biliminin gelişiminin gerekçesi, pratiğin içerisinde gördüğümüz bölünmüş, acı çeken, patolojik özne olmalıdır. Nörobilimin gelişimine eşlik eden kişilerin pratiğin içerisinde görmüş olduğu özneyi dikkate almaları gerekir. Üretilen bilginin öznenin acısının hakikatine dair tüm gerçeği bilemeyeceğinin farkında bir halde bilgi üretmelidir. Psikanaliz psikiyatriye karşı bir tutumda değildir, öznenin işleyişini yok eden her söylemin karşısındadır. Özneden bağımsız bir klinik düşünemeyiz. Psikanaliz farklılığın etiğini önerir, aynılığın değil. Bu etik, kapitalizmin hizmetinde olan psikiyatri kliniğinin karşısında duran, farklılığın etiğidir. Öznenin söylem biçimi olan semptomuna önem verilmelidir. Bu, tanıyı bir koşula bağlayan kapitalist söylemden çıkmanın, verilen ilacın öznenin acısına dair bir çözüm getirmese de geçici ve sınırlı olan tedavinin hak ettiği konumunu tekrar geri vermenin bir şeklidir. Bu anlamda psikanaliz hemen sahip olma acelesinden ziyade öznenin arzusu olarak adlandırdığımız sahip olmadaki eksikliğinin etiğini önerir. Psikanaliz özneyi sahip olma yanılsamasından çekip çıkararak, oradaki eksikliğe, ıstıraba dair öznel bir anlatı kurabilmesini amaçlar. Bu da özneyi yok sayan bir konumda mümkün olmayan bir durumdur. Jacques Lacan şöyle söyleyecektir: “Psikanalistin sanatı, en son sera­bı tüketinceye dek, serapları tüketmek amacına yönelik olarak öznenin tüm kesinliklerini askıya almakla kendini gösterir.”

Referanslar:

Jacques Lacan, Psikanalizin Temel İlkeleri
Antonio Quinet, Şehrin Deli Efendileri