Website Banner | sedanarinc.com

Narsizm ve Fantezi Üzerine 'Bir Bakış'


26

Mar 2024

Psikanalitik Psikoterapi

Narsizm ve Fantezi Üzerine 'Bir Bakış'

Çocuklar somut bir aynadan çok kendisine bakım veren ebeveyninin veya bakıcılarının karşısında vakit geçirir. Çocuk bu bakıştan aynalanmaktan veya izlenmekten ziyade Öteki tarafından öznel olarak tanındığının bir işaretini arar. Çocuk bu aşamada kendini başkasında gözler, bu gözlem dolayımıyla bazı davranışsal şekillere anne ile olan yansımalı ilişki üzerinden çekilir. Lacan burayı Simgesel ilişki olarak adlandırır. Çocuğun aynada gördüğü imgesinden, bakışını aradığı annesine döndüğü bir eylemi ayna evresinin Simgesel aşaması olarak bahseder. Bu aşamadan itibaren, çocuğun kendini aynada saptamasının ardından bu ilişki Simgesel vasfını kaybeder ve İmgesel bir nitelik kazanır. İnsan bakışıyla dış dünyadakileri görebilir fakat o bakış kendisini kendisine göstermez. Çocuğun aynadaki imgesi olmadan kendini görebilme şansı yoktur. Özne kendine yönelik kördür ve bu körlük yaşamı boyunca süregelir. Lacan 11. seminerinde analitik alanın içerisinde bilinçten bir kör nokta olarak bahseder: “Analiz bilinci çaresizcesine sınırlı kabul eder ve onu sadece bir idealleştirme ilkesi gibi değil, aynı zamanda bir bilememezlik ilkesi olarak, – görsel alana göndermeyle yeniden anlam kazanan bir terimle – bir kör nokta olarak da tesis eder.” Taklitten ileriye gidemeyen insan özne bu aşamayı bir sonraki aşamaya insanileşmek için taşımak durumundadır. Aksi halde kendini narsistik bir yabancılaşmada ve aynılıkta bulur. Farklılığı ortadan kaldıran şey, öznenin geçmişteki monoton fantezilerinin içinde esir kalmasıdır. Freud kişinin çocukluğunda olan narsistik mükemmeliyetinden vazgeçmek istemediğinden bahseder. Ancak büyüdüğünde bu mükemmelliyeti devam ettiremez: “Çocuk, kendisinden alınmış olan erken döneme ait bu mükemmeliyeti, ego ideali şeklindeki yeni bir biçimde, yeniden oluşturma arayışındadır. İdeali olarak yansıttığı, idealinin kendisi olduğu çocukluğunun kaybolmuş narsisizmi için bir yedektir.” Fantezi, içeriğinden bağımsız bir şekilde düşüncenin tümgüçlülüğüyle, güçsüzlüğün üstesinden gelinen bir dünyayı var eder. İçeriği de eksiklikleri örtme yeteneğine sahiptir. İmgesel kimlik geçmişte olan bir görüntüyü kendine ayna olarak kullanır, kendini oradaki gibi görür. Irk, soy, gelişmiş bir toplumun ferdi olmak gibi yapılar ideal ayna olarak kullanılabilir. Sıkça kullanılan bir ayna ise aşktır. İki tarafta birbirini ideal ayna olarak kullanır ve kendilerini o aynada ideal bir imaj olarak görürler. Özne bu aynanın içinde esir kalır ve bu ayna ile kurduğu ikili ilişkide kendisini bir başkasından yalıtarak kendini değiştirecek ilişkilere mesafe alır. Kişinin aşık olduktan sonra arkadaşlarına aldığı mesafe buraya bir örnek olabilir. Özne, ayna ile olan bu ikili ilişkisinde diyalektikten kopmuştur. Bu sabitlikten kurtulabildiği durumda, kendini sabit bir görüntü olarak değil devamlı ötekileştiği, bir başkasıyla olan ilişkisinde yer değiştirebildiği ölçüde Simgesel düzlemde olabilir. Simgesel kimlik, gerçekliğini doğru bir yerden okuyabilen, yanlış anlamanın mümkün olabildiğinin ve hayalci olabileceğinin farkında olan bir ben’dir. Sabit değildir, devamlı bir devinim halindedir. Ego kendi gerçekliğini kendinin oluşturabileceği kurgusuyla yaşar. Simgesel kimlik ise kendi gerçekliğini nesnel okuma ile anlamaya çabalayan bir kimliktir. Bu okuma ile kendini gerçekliği oluşturan değil, gerçekliğin kurallarıyla gerçekliğin kendini yapılandırdığı bir ben olarak yerini alır. Psikanalitik çalışmada bu, sözün etkisi ile mümkündür. Lacan sözden bir ödül olarak bahseder: “Psikanalitik deneyim, insanı kendi imgesine büründüren fiilin insanda kendini nasıl dayattığını bir yasa biçiminde yeni­den ortaya koymuştır. Onun arzusuna Simgesel bir aracılık işlevi kazandırabilmek için dilin şiirsel işlevini kullanır. Sonunda etki­sinin tüm gerçekliğinin sözün getirdiği ödülde yattığını anlama­nızı sağlar; çünkü insan tüm gerçekliği ve bu gerçekliği sürdüren tüm eylemini bu ödül sayesinde edinir.” Özne kendini fantezilerine mahkum eden yapıyı okuyabildiğinde, bu yapının kendi üzerinde bir etkisi olduğunu anlayabildiğinde psikanalitik tedavi anlamlı olmaya başlar. Lacan, öznenin ağzının çoktan kapandığı için kendi hakikatini söyleyemediğinden söz eder: “Özne bireyin "öznel" olarak deneyimlediklerinin çok ötesine uzanır ama bunlara erişebil­mesini sağlayacak olan hakikati ortaya dökebilecek ağzı çoktan kapattığınız için birey o hakikatin çok uzağındadır. Evet, onun oynadığı rol tarihinin tüm hakikatini içermemektedir ve o rolün belirlediği konum, kendini biraz da olsa teselli edebilmek için oluşturduğu psikolojik sorunun sayfalarından okuyarak sadece ikinci nüshalarını dile getirdiği acı deneyimlerinin bulunduğu yerdir.” Psikanalitik çalışma bu anlamda narsistik fanteziyi yani İmgeseli hedef alır ve öznenin bu fanteziye mesafe almasını sağlar. Bu mesafenin dolayımıyla öznenin kendi hakikatine dair ağzı aralanmaya başlar. Analiz, ‘O’nu konuşturmaktan ibarettir. Lacan’ın bir cümlesiyle bitiyorum: "Psikanalistin sanatı, en son serabı tüketinceye dek, se­rapları tüketmek amacına yönelik olarak öznenin tüm kesinlikle­rini askıya almakla kendini gösterir."

Referanslar:

Jacques Lacan, Psikanalizin Temel İlkeleri
Jacques Lacan, Psikanalizin Dört Temel Kavramı
Sigmund Freud, Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası
Özge Soysal, Çocukluktaki Temel Ruhsal Karmaşalar