Website Banner | sedanarinc.com

Bir Elmanın İki Yarısı / Bir Olma Yanılsaması


24

Tem 2024

Psikanalitik Psikoterapi

Bir Elmanın İki Yarısı / Bir Olma Yanılsaması

"O da aynı benim gibi. Aynı şeylerden hoşlanıyoruz, aynı müzikleri dinliyoruz. O/nunla vakit geçirmek bana keyif veriyor. O/nsuz olmak istemiyorum." Bu cümle bir çoğumuza tanıdık gelebilir. Bu cümle aşk ilişkisi içinde olan birisinden duyabileceğimiz bir anlatıdır aslında. Hatta bu istenen, aranan bir aşk ilişkisi gibi ilişir kulaklarımıza. Tıpa/tıp aynılardır, o halde çok güzel anlaşabilirler değil mi? Peki nedir bu aynılığa/benzerliğe olan arzu? Nedir benzeri benzerine çeken şey? Platon'un Şölen ve Dostluk metninde şöyle bir mısra vardır: "Hep bir Tanrıdır iten benzeri benzerine." Tanrı’nın anlamına baktığımızda şöyle bir tanımlama ile karşılaşırız; Tanrı ya da ilah, klasik teistik inanç sistemlerinde Mutlak Varlık, Mutlak Benlik ve tüm varoluşun temel kaynağı olarak görülen varlık. Mutlak, salt bir varlıktır burada söz konusu olan. Bu da bizi fallusu düşünmeye götürür.

İnsan yavrusu doğduğu andan itibaren bir Öteki ile karşılaşır. Bu ilk Öteki bakım verendir. Çocuğun hayatta kalabilmek için ihtiyaçları vardır, bunlar aslında hayati olandır. Bu ihtiyaçlarından dolayı huzursuzlanır, ağlar, bir ses çıkarır bu bir çığlık da olsa. Öteki bu çağrıya yanıt verebilmek için ilk önce ihtiyacının ne olduğunu düşünmeye başlar. Belki açtır, belki karnı ağrıyordur, ancak Öteki bunu kendi yapılanışından itibaren bir cevaba dönüştürür. Öteki’de konuşan varlık olması dolayısıyla eksiktir, kastredir. Bunu her konuştuğunda duyurur. Bu dönemde insan yavrusu bedenini bütünlüklü olarak algılamaz, parçalar halindedir. Bu bütünlük imgesini elde ettiği yer ayna evresidir. Ayna evresi bir andır aslında. Çocuk aynada oluşan yansımasını görür ve bir sevinçle Öteki’ne döner. Bu dönüş aslında Öteki’nden bir işaret aramaya dairdir. Bu işaret kendi öznel işaretidir. Öteki ona "Sen busun" der. Ancak Öteki’de kendi eksikliğinden itibaren konuştuğu için çocuk aynada gördüğünün ötesinde bir şey olduğunu sezinler. Burası öznenin oluşumuna dair olarak okunabilir. Kadın veya erkek olsun her insan "kastre"dir. Burada gerçek olan bedenin gerçeği bastırmaya tâbi olur artık. İnsan yavrusunun bu ilk karşılaştığı Öteki her konuştuğunda, talebe cevap verdiğinde ıskalar. Kendisinin fallustan yoksun olduğunu duyurur aslında çocuğa. Çocuk bu öteyi sezinlediği için Öteki’nin fallustan yoksun olduğunu, dolayısıyla Öteki’nin arzusunu farkeder. O/nun arzusunu arzular. Onun fallusu olmayı ister. Öznenin arzusu Öteki’nin arzusunun arzusudur. Lacanyen açıdan bakacak olursak öznenin oluşumunda iki (anne ile çocuk) değil, üç vardır; bu etkinlik anne, çocuk ve fallus arasında dolaşır. Babayı dördüncü olarak dahil edecektir. Çocuğun annenin fallustan yoksun olmasını sezinlediği durum aslında bir anlamda kastratör rolü oynar. Çünkü annenin fallustan yoksun olması fallusa sahip olanın baba olduğunu göstermesi bakımından mühimdir. Öteki bunu bakışı ve sözcükleriyle çocuğa duyuruyor olacaktır. Anne, babayı arzuluyordur, dolayısıyla fallusa sahip olan bu aşamada babadır. Babayı anne için özel yapan şey, söyleminde görünmeyen bir şey olsa da bu ilişkiye rengini veren açıklanamayan şeydir. Çocuk burada eksik ile karşılaşır. Çocuğun aynada kendini gördüğü ve ötesine dair aldığı işaretin ardından olmak/sahip olmak diyalektiğine girecektir. Bu andan itibaren öznel bir anlatı içine girecektir, bunu da sağlayan şey fallik gösterendir. Fallik gösteren, gösterileni olmayan tek gösterendir, bu anlamda özel/öznel bir gösterendir.

İnsan dile tâbidir. Konuşur, talep eder. Ancak bebekliğinden itibaren gördüğümüz üzere talebinin karşılığı bir karşı taleptir. Kendisi acıkır, yemek ister dolayısıyla Öteki’de onu doyurmayı talep eder. Burada bir karşı talep vardır. Talep etme, konuşma doğası gereği her zaman ıskalar. Çünkü talebinin cevabını bir Öteki verir. O da kendi eksiğinden itibaren bir anlatıya girebildiği için bu cevabı ıskalayacaktır. A=A değildir. İnsan konuştuğu, dile tâbi olduğu için ötesi vardır, bu da fallustur. Lacan’ın kuramsallaştırdığı a nesnesi bu boşluğun içinde belirecektir. Ancak onu farklı bir metinde anlatıyor olacağım.

Tanrı’nın anlamına baktığımızda Mutlak olanın söz konusu olduğundan bahsetmiştim. Bu noktada Lacan’dan alıntı yapıyorum: "Söyleme (dire) Tanrı’yı (Dieu) meydana getirir. Bir şeyler söylendiği sürece Tanrı hipotezi de varlığını devam ettirecektir." Burayı şöyle okuyabiliriz; söyleme, dil insana dair olan ötesini meydana getirir yani bilinçdışı öznesini. Mutlak ve erişilmez olan bu anlamda fallusun oluştuğu yer ile bir anlamda bastırılan gerçekle, bedenin gerçeği ile ilgilidir. Ancak özne kendi öznel anlatısını fallik gösterenden itibaren kurabildiği için, bu anlatı fallus etrafında dolayısıyla a nesnesi figürlerinin etrafında olacaktır. Lacan’ın meşhur söylemi olan "Aşk sahip olmadığını vermektir." cümlesini fallus etrafında duyabiliriz. Bir boşluk, bir eksikten itibaren bu yeri kurabiliriz. Özne de bir boşluktan itibaren bir yere yerleşebilir. Eksik yoksa arzu da yoktur. Ancak güncel olarak aşk söylemlerine bakacak olursak onunla "Bir olma" sanrılarını çok fazla işitebiliriz. Tıpa/tıp aynılardır, benzerlerdir, "Bir"lerdir. Aslında bu anlamda bu sanrılar eksiğe dair bir "Tıpa" işlevi görürler. Sanki eksik yokmuş "gibi", bu eksiğin/boşluğun hızlı bir hamleyle, birisiyle veya bir şeyle doldurabilir olduğu yanılgısına düşer insanlar. Bu da aşk olarak ilişir kulağımıza. Fakat Colette Soler’in de dediği gibi; "Aşık olmak eksikliği kabullenmektir." Bir olma bir kurgudan ibarettir ve öyle olduğunu sandığı durumda özne, kendi üzerinden atlar. Tam da kendi öznel anlatısını kurabileceği yeri bir tıpa ile kapattığı durumda özne dolayısıyla öznel bir anlatı kuramayacak, benzeriyle aynı olma yanılgısı içerisinde kalacaktır. "Aşık olmak eksiğini kabullenmektir" demek "iki"den "bir" olmaz demektir. Bu anlamda bir elmanın iki yarısı olmak aşk değil bir sanrıdır, "Bir Olma" sanrısı. Bu durumun görüngüleri özneden özneye değişir, ancak günümüz toplumuna bakacak olursak bu aynılığın öznel bir tehlike olduğunu görebiliriz. Ayrılık yaşadıktan sonra özne ya başka bir tıpa bulmak durumundadır ya da bu aynılığın getirdiği tehlikede dolayısıyla da saldırganlık içerisinde kalacaktır. "Sensiz ben bir hiç/im." cümlesini şöyle okuyabiliriz; sen yoksan bir boşluk var ve ben burayı sensiz dolduramıyorum ve bu boşluğu anlatıyla öznel bir yerden kuramıyorum. Dolayısıyla bu tehlike öznenin yerleşebileceği yere dairdir. Eğer bir yeri yoksa dünyada apaçıkta kalır ve dolayısıyla tehlikelere her zaman açıktır. Paranoya durumunu buradan okuyabiliriz. Psikanaliz bu anlamda boşluğa/eksiğe dair öznel bir anlatı kurmaya yönelik bir çalışmadır. O boşluktan itibaren orayı nasıl bir anlatı ile kurabileceği özne ile ilgilidir.

Referanslar:

Jacques Lacan, Yine/Hala
Jacques Lacan, Fallus’un Anlamı
Platon, Dostluk ve Şölen
Colette Soler, 2003